8 Aralık 2011 Perşembe

Her Kuşağın Geçmişe Özlemi - Midnight In Paris


Yapım: 2011 - ABD

Tür:Dram,Fantastik, Komedi,Romantik

Süre: 90 dakika

Yönetmen: Woody Allen

Oyuncular: Adrien Brody, Rachel McAdams, Marion Cotillard, Owen Wilson, Michael Sheen, Kathy Bates, Elsa Pataky, Alison Pill, Kurt Fuller, Sonia Rolland, Mimi Kennedy, Carla Bruni, Yves Heck, Corey Heck, Nina Arianda 




Woody Allen güzel yaşlanıyor,; gerçi bildim bileli yaşlı bu adam ama genç kalanlardan. Bunun nasıl olduğu da çok açık. Bu adam aşkı seviyor,nostaljiyi seviyor, kadınları seviyor, kendisiyle dalga geçebiliyor. Yapacağı daha güzel işler ve projeleri olduğuna eminim hangi yaşta olursa olsun. Bu filmde de bu saydığım Allen öğelerini görüyoruz elbette ama yine ayrı bi tatta ve ayrı bi sosla... Tasarladığı üçlemenin ikinci halkası "Midnight In Paris"; "Vicky Christina Barcelona"dan sonra. Üç güzel şehirde üç farklı hikaye anlatacaktı usta, ilk ikisi şahane bana göre... Üçüncü film için düşündüğü yerlerin başında İstanbul var bu arada.

Neyse filme dönersek, bir karakterin Paris gecelerinde ustaların yardımıyla aşkı yen iden yorumlaması ve her dönemin kendini geçmişte bulma çabası var... Gil ve Inez, nişanlı Amerikalı bir çift; öyle oldukları için de Allen her fırsatta o kültüre güzel giydirmeler yapıyor ki güzel öz eleştirisini yine esirgemiyor. Gelenekçi bir ailenin damadı olarak Paris'te onların yanında zaman geçirmeye çalışıyor ama Gil çok Avrupalı! kalıyor bu ailenin yanında.



O paraya, hırsa, zengin sanatına ve keyiflerine çok önem vermiyor, bunların dışında kolay ulaşılabilen küçük ve basit zevklerin adamı, bohem kültürü tatmak istemiş hep. Bunun için harika bir şehir tabi ama biraz geriye de dönmek gerekli bunun için; geriye dönmek gerek derken 20'lerin Paris'inden bahsediyorum...



Çok fazla spoiler vermemek için bu konuya fazla girmek istemiyorum ama Gil'in tam da ihtiyacı olan insanlar karşısına çıkıyor geçmişin Paris mekanlarında... Aslında ihtiyaçtan çok döneme imzalarını bırakmış sanatçılar diyelim, ki Gil o dönemlerde yaşamak istemiş hep...

Kimler yok ki; içkici ve sahici Hemingway, deli Dali, T.S. Eliot, Scott ve Zelda Fitzgerald, Cole Porter, garip Picasso, Man Ray, Luis Bunuel ve daha birçoğu... Bu isimleri oynayan oyuncular o isimleri gerçekten yaşatabiliyorlar üstelik, hele Adrien Brody'nin Salvador Dali tiplemesi ve gergedan!
takıntısı sinema tarihine geçecek nitelikte:) Marion Cotillard'ın o naif Fransız kadını tiplemesine bi de nostalji girince tam rolünü bulmuş diyebiliyorum bi kere daha... Zaten o tarihlerden fırlamış bir havası ve güzelliği var kadının...


Ama tabi ki  işinin en hakkını vereni Owen Wilson. Basit zevkleri olan ve geçmişe özlem duyan bir Amerikalıyı en sahici şekilde canlandırıyor ve aslında Woody Allen'ın oynamak istediği, kendi yerine koyduğu oyuncuyu oynuyor ve de çok başarılı, abartısız şekilde, sakin ve meraklı sorularıyla çok şey katıyor. Ve tabi Paris'in o güzel mekanları, geçmişi ve bugünü, güzel yakalanan kareleri, yağmurlu güzel geceleri... Kısacası çok ama çok keyifli bir film, gece tek başınıza izleyip keyif alabileceğiniz filmlerden diyebilirim. Üzerine de yine keyifle hayli konuşulacak, adı anılacak bir yapım olmuş. Eline sağlık usta...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Yeni Başlayanlar İçin Eşcinsel Baba ve Kafası Karışık Kadın - Beginners


Yapım:2011 - ABD
Tür:Dram
Süre:105 dakika
Yönetmen:Mike Mills,
Oyuncular: Ewan McGregor, Mélanie Laurent, Christopher Plummer, Goran Visnjic, Catherine Mcgoohan, Brian Nolan, Terry Walters, Regina Mckee Redwing, Algerita Wynn Lewis, Rafael J. Noble, Jennifer Hasty, Keegan Boos, Georgia Bell, Amanda Payton, Jose Yenque, Kai Lennox, China Shavers, Rodney Saulsberry, Mary Page Keller,
Senaryo:Mike Mills,
Yapımcı:Miranda De Pencier, Leslie Urdang, Lars Knudsen, Jay Van Hoy, Dean Vanech



Mike Mills'in hem senaryosunu yazdığı, hem de yönettiği filmi "Beginners", FilmEkim'inde epey ilgi görmüş bir yapım ve bana kalırsa hakkı da var. Öncelikle otobiyografik öğeler taşıdığını ve Mills'in bunu çekinmeden filme aktardığını söylemeliyim. Yetmişbeş yaşında, eşcinsel olduğunu itiraf eden bir babayla uğraşmak, herkes için kolay olmayabilir lakin. Bunun aksine, harika bir bakış açısı sunmaya çalışıyor film ve de başarıyor; Ewan McGregor karakterinin içtenliğiyle doğru orantılı olarak. 


Bu karışık dönemde Ewan'ın canlandırdığı (evet o kadar samimi hissediyorum artık bu adama karşı kendimi) 
                                                              

Oliver karakteri, kendi karakterine de uyan enteresan ve gizemli bir kadınla tanışır. Gizemli mi, yoksa öyle gözükmeye çalışan mı demek daha doğru olur; çünkü son zamanlarda nedendir bilinmez saçma davranıp bütün her şeyi, kendisi de neden yaptığını bilmeyen kadın modelinin, yeni bir reklamı yapılıyor güzide genç kızlarımıza... Entellektüel anlamda boş olsanız bile, bir erkeğe acı çektirerek onu kendine aşık etme çabası da diyebiliriz bir nebze... Ve kadının "anlaşılamaz", "akıl sır erdirilemez" hareketler içinde bulunabileceğini, abartısız şekilde aktarıyor Melanie Laurent'ın karakteri Anna. 

Bir çok erkek, bunların günümüz markalaşmış dünyasının, ucuza satılan yapmacık tavırları olduğunu bilse de, yeniden gözümüze sokuluyor. Bu açıdan senaryoda, bu konuya bu kadar ağırlık verilmesi çok hoşuma gitmedi şahsen, çünkü asıl hikayeden alakasız geçişler yapıyor Mike Mills bu duruma.

 Eşcinsel bir baba hangi toplumda olursa olsun tabu sayılıyor, hele ki bunu zamanında açıklamayıp, yıllarca gözlerden uzak şekilde başka bir hayat yaşamış olmak ve ölüm döşeğindeyken ilk defa kendine güven duyarak, bir erkeğe aşık olmak istediğini söyleyen bir baba modeliyse bu... Christopher Plummer hakkını veriyor elbette; genelde "gülümseyen karakterini" canlandırarak, sempatisini kazanıyor herkesin.

 Bunu her ne kadar geç açıklamış olsa da, bu özgürlüğüne destek olunması gerekildiğinin altı çiziliyor filmde. Oyunculardan yana gayet iyi bir seçim yapılmış; Ewan McGregor gayet sıradan bir rol sergilese bile izlettiriyor kendini her daim. Inglorious Bastards ile yıldızı parlamış Melanie Laurent'la kimyaları epey uymuş. Fransız kadınlarının başka bir dünyadan gelme tavırlarını yaşayarak oynuyor ve bu dünyada bir turist olduğu her halinden belli; her ne kadar Fight Club'daki Marla Singer karakteri kadar olamasa da... Özellikle Oliver karakterinin nesnelerle ve zaman döngüsüyle anlatıcıya dönüştüğü kareler, filmin ağır topu zaten. Sonuç olarak, gayet izlenilesi bir film ve kesinlikle değer
ayırdığınız zamana...



1 Kasım 2011 Salı

Söküğünü Dikemeyen Terapist - Shrink


Yapım: 2009 - ABD
Tür: Dram
Süre:110 dakika
Yönetmen: Jonas Pate,
Oyuncular: Ashley Greene, Robin Williams, Kevin Spacey, Saffron Burrows, Joel Gretsch, Jack Huston, Keke Palmer, Mei Melançon, Pell James, Ike Barinholtz, Robert Loggia, Dallas Roberts, Mark Webber, Joe Nieves, Andrew Sibner, Sierra Aylina Mcclain, Robert Farrior, Damian Cecere, Derek Alvarado, Rakefet Abergel,
Senaryo: Thomas Moffett,
Yapımcı: Kevin Spacey, Braxton Pope, Dana Brunetti


Hollywood'un ünlü psikiyatristi Henry Carter'ın gerçek öyküsü... İlginç olan da bu, çünkü ünlü bi çok hastası var  doktorun ve filmde bu ünlülerin gerçekte kimler olabileceklerine dair ipuçları aramaya başlayabilirsiniz izlerken. Henry psikiyatrist olabilir ama öncelikle kendisi epey sorunlu, bunun en büyük etkisi karısının ölmüş olması. Hayata tutunmaya çalışan bir adam var karşımızda biraz mesleğini yapmaya çalışarak ve biraz! da marihuanna tüketerek; ancak artık hastalarının dertlerini dinlemekten çok uzak...


Hastaları da bu durumun farkında aslında ama Henry
iyi bir dinleyici ve şimdiye kadar çok az kişiye derdini anlatabilmiş durumda... Ancak hastaları bu durumu değiştirmek istiyorlar... Henry hayata karşı oldukça tepkisiz ve isteksiz olsa da...


Kevin Spacey demek de yeterli aslında filmi anlatmak için. Şüphesiz en iyi rollerinden birisini sergiliyor ve belki de en iyisi. Robin Williams çok ayrı bir rolde güzel tat veriyor. Yan oyuncular da filmde hafızada kalacak rollere bürünüyorlar. Birçok farklı karakterin birbirlerine bağlı hayatlarını anlatan filmlerden, daha doğrusu bu tarzın iyi örneklerinden... 

 Oyunculukları için bile izlenir ve son dönemde bu tarz gerçekçi ve abartısız oyunculuklar, hayata daha yakın durma gayretinin bir göstergesi Hollywood'un ve özellikle bağımsız filmlerin. Sıkmadan izleten akıcı bir film kendisi... Bağımlılıklar konusunda da epey malzeme barındıran bir film ve karakterlerin bi çoğu hayatını bu şekilde yaşamaya çalışıyor... Kesinlikle tavsiye ediyorum...




17 Ekim 2011 Pazartesi

Çılgın, Aptal ve Eğlenceli, "Crazy Stupid Love"


Yapım: 2011 - ABD
Tür:
Dram, Komedi, Romantik,
Süre: 118 dakika
Yönetmen:
John Requa, Glenn Ficarra,
Oyuncular:
Ryan Gosling, Steve Carell, Julianne Moore, Kevin Bacon, Emma Stone, Marisa Tomei, Jonah Bobo, Liza Lapira, Joey King, Reggie Lee, Jenny Mollen, Katheryn Rodriguez, Beth Littleford, Crystal Reed, Mekia Cox, Josh Groban, Joanne Brooks, Cheyenne Monique, Katerina Mikailenko, Analeigh Tipton, Micaela Johnson,
Senaryo:
Dan Fogelman,
Yapımcı:
Steve Carell, Denise Di Novi, Eryn Brown,




Kırklı yaşlarında, tutucu bir adam olan Cal Weaver’ın (Steve Carell) rüya gibi hayatı vardır: İyi bir işe, güzel bir eve, harika çocuklara sahiptir ve lise aşkıyla evlidir. Fakat eşi Emily’nin (Julianne Moore) kendisini aldattığını ve boşanmak istediğini öğrendiğinde “mükemmel” hayatı hızla tepetaklak olur. Günümüzün bekarlar dünyasında, onlarca yıldır kimseyle flört etmemiş olan Cal, sudan çıkmış balığın canlı örneğidir. Boş olduğu akşamları yerel bir barda tek başına somurtarak geçiren talihsiz adam, yakışıklı çapkın Jacob Palmer (Ryan Gosling) tarafından himayesine alınır. Cal’in eşini unutması ve hayatını yaşamaya başlamasını sağlama çabası içindeki Jacob, Cal’in gözünü önündeki seçeneklere açar: Flörtçü kadınlar, erkeksi içkiler ve Supercuts ya da The Gap’te bulunamayacak bir stil anlayışı. 


Cal ve Emily tamamen yanlış yerlerde olabilecek sevgiyi arayan yegane kişiler değildirler: Cal’in 13 yaşındaki oğlu Robbie (Jonah Bobo), 17 yaşındaki çocuk bakıcısı Jessica’ya (Analeigh Tipton) aşıktır. Jessica ise Cal için yanıp tutuşmaktadır. Hatta Jacob’ın her akşam yeni bir kadında izlediği yöntem 
bile, en iyi repliklerini kullanmasına rağmen Hannah’ya (Emma Stone) karşı etkisiz kalır. 


Jacob, Hannah’yı aklından bir türlü çıkaramamaktadır: Bunun nedeni belki de onun Jacob’ın profesyonelliğini ciddiye almayan ilk kadın olmasındandır.
Son dönemde izlediğim iyi filmlerden, IMDB'den iyi puan aldı... Hayatın içinden filmlerden; ve filmin sonuna doğru şaşırtıcı sürprizlerle ortalık iyice şenleniyor... Kesinlike izleyin derim... Steve Carrell şahane, Julianne Moore da öle ama yetmediyse sadece Emma Stone ve Ryan Gosling'in performansı için bile izlenir...

Yine Bi "Şey"ler Oluyor...


  Yapım:

2011  -  ABD 

Tür:

Bilim Kurgu,  Gerilim,  GizemKorku

Süre:

103 dakika

Yönetmen:

Matthijs Van Heijningen Jr., 

Oyuncular:

Mary Elizabeth Winstead,  Adewale Akinnuoye-Agbaje,  Eric Christian Olsen,  Joel Edgerton,  Ulrich Thomsen,  Jonathan Walker,  Trond Espen Seim, Carsten Bjørnlund,  Kim Bubbs,  Jan Gunnar Røise, Henrik Hoff,  Stefen Rollpiller,  Jo Adrian Haavind,  Dan Cristofori,  Jørgen Langhelle,  Stig Henrik Hoff,  Kristofer Hivju, 

Senaryo:

Eric Heisserer,  John W. Campbell Jr.,  Ronald D. Moore, 

Senaryo (Kitap):

John W. Campbell Jr., 

Yapımcı:

David Foster,  Marc Abraham,  Eric Newman,  J. Miles Dale, 



Antartika'da bir araştırma bölgesinde araştırmalarını sürdüren yüksek lisans öğrencisi Kate Lioyd ve Dr. Sanden Halvorson arasında gizemli bir tekne yüzünden tartışma başlar. Dr. Sanden araştırmalarına devam ederken kate helikopter pilotu olan partneri ile birlikte keşfettiği uzaylı yaşam formunun peşinden gitmiştir. İşte tüm olaylar bu yaşam formunu araştırmayla başlamıştır....





1982 yılında korku ve bilim kurgu severlere hediye etmişti "The Thing"i korku ustası John Carpenter... Ve hakkını da verdi "korku ustalığı"nın, gerilimi öyle beklenmedik anlarda kullanıyordu ki, rahat rahat oturup filmi izlemenize izin vermiyordu usta. Kurt Russell yeni yeni ünlü olurken 80'lerin soğuk imajını da verebiliyordu filmine Carpenter kutup mekanında soğuğu da bol bol hissettirerek ve kullanarak. Yıllar geçti, The Thing hayranlarını arttırdı, kült film sıralamasında üstlerdeki yerini aldı... Geçtiğimiz yıllarda hiç beklemediğimiz şekilde harika da bir bilgisayar oyunu formatında girdi evimize The Thing ve sıkmadan oynattı kendini yine sıçrata sıçrata onlarca sahneyi yaşatarak... 29 yıl aradan sonra Matthijs Van Heijningen Jr. tekrar çekilmesi gerektiğini düşünerek projeye adını yazdırdı ve biz de bir çok yeniden çevrim haberlerine üzülürken bu habere ilginç bir şekilde sevindik, doymadığımız kanısına vararak ve yeterli değeri gördüğünü düşünmeyerek ve o "şey"lerin terörize hallerini ve kestirilemeyen sinsi hareketlerini merakle bekleyerek üstelik ve daha bi çok madde eklenebilir bilim kurgu hüsranları yaşadığımız son dönemlerde böyle olmayacağını düşündüğüm filmlerden biri...  

7 Ekim 2011 Cuma

Filmekimi 10 yaşında!



Filmekimi bu yıl 8-15 Ekim tarihlerinde 10. yaşını kutluyor. 10. yıla özel olarak, Filmekimi ilk kez İstanbul sınırlarını aşıyor ve Türkiye'nin beş kentinde daha sinemaseverlerle buluşuyor.
Dünyanın belli başlı festivallerinde ödüller kazanmış, Berlin, Cannes, Venedik ve Toronto'da dünya prömiyerlerini yapan filmlerle usta yönetmenlerin son yapıtlarının da aralarında bulunduğu 40'a yakın film Filmekimi boyunca izleyicilerin karşısına çıkacak. Bu zengin program 8 gün boyunca Beyoğlu'nda Atlasve Beyoğlu sinemalarının yanı sıra Nişantaşı City's ve Cinebonus Maçka G-Mall olmak üzere
4 sinemada izleyicilerle buluşacak.
İlk kez düzenlendiği 2002 yılından bu yana İstanbullu sinemaseverlerden büyük ilgi gören Filmekimi geçen yıl 43.000 kişiyle izleyici rekoru kırmıştı.
Filmekimi programı ve 10. yıl sürprizi, 6 Eylül Salı akşamı Cezayir Restaurant'da yapılan bir basın toplantısıyla duyuruldu. Basın toplantısında konuşma yapan İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan "Filmekimi 10. yılında artık Türkiye'nin en önemli sinema etkinliklerinden biri. Bir haftalık bir sürede, %100'e varan doluluğuyla, yeni sinema sezonunun müjdecisi. İlk yıllarında tek sinemada 20 filmle yola çıkan Filmekimi, seyirciler tarafından sabırsızlıkla beklenen, dört sinemada yaklaşık 40 filmin gösterildiği bir festivale dönüştü. 10. yılımızda Avrupa Birliği programı MEDIA'nın da desteğiyle İzmir, Bursa, Konya, Trabzon ve Diyarbakır'da gösterimlerin yapılacağı, Türkiye'yi kapsayan bir etkinliğe imza atmanın mutluluğunu yaşıyoruz." dedi.
Filmekimi 10. yılında, İstanbul sınırlarını aşıyor ve Türkiye'nin beş kentine daha sinemanın en iyi ve en güncel örneklerini götürüyor. Filmekimi kapsamında bu yıl Avrupa Birliği MEDIA programının desteğiyleİstanbul'un yanı sıra, İzmir, BursaKonya, Trabzon ve Diyarbakır'da hafta sonları gösterimler yapılacak ve böylece Filmekimi Türkiye'nin dört bir yanında yeni sinema sezonunu müjdeleyecek. Filmekimi seçkisi 13-16 Ekim'de İzmir YKM Cinebonus, 20-23 Ekim'de Bursa Burç ve Konya'da Kule Site Sineması, 27-30 Ekim'de Trabzon'da Cinebonus Forum Trabzon ve Diyarbakır'da Avrupa Sineması'nda izleyicilerle buluşacak. İstanbul dışındaki kentlerde yapılacak gösterimlerin programı, ağırlıklı olarak Avrupa filmlerinden oluşacak.
Medya sponsorluğunu CNBC-e, Radikal ve Radyo Eksen'in üstlendiği, afişlerini ve tanıtım kampanyasını ise Alametifarika'nın gerçekleştirdiği Filmekimi gelecek yıl yine Ekim ayında İstanbullu sinemaseverlere merakla beklenen, ödüllü filmleri sunacak.

25 Eylül 2011 Pazar

Man On A Ledge


Oyuncu kadrosuna bakınca beni oldukça heyecanlandıran filmlerden oldu... Ayrıca fragman da şahane duruyor... Ed Harris ve Jamie Bell'in de boş filmlerde oynamadığını bilmenin huzuruyla beklediğim ve aksiyon özlemimize son vereceğini düşündüğüm film "Man On A Ledge"...

18 Eylül 2011 Pazar

Pedala Kuvvet - Premium Rush





David Koepp’in yazıp yönettiği, başrollerini ise Joseph Gordon-Levitt, Michael Shannon, Dania Ramirez, Jamie Chung ve Aasif Mandvi’nin paylaştığı Premium Rush aksiyon/gerilim türünde bir yapım. Filmde bisikletli bir kuryenin teslim aldığı bir zarf yüzünden başının kötü bir polis ile derde girmesi ve bunun sonucunda polis ile kurye arasında New York sokaklarında yaşanan nefes kesen bir kovalamaca konu ediliyor. Film bir değişiklik olmazsa ülkemizde 16 Mart 2012 tarihinde gösterime girecek.



18 Ağustos 2011 Perşembe

Win Win- Kazananlar Kulübü


"Aaa biliyom ben bu adamı" denilen, ismi unutulan ama kendisi aşina kalan, tanıdık biri hissini veren oyunculardan birisi Paul Giamatti. Karakter oyuncusudur malumunuz ve özellikle orta yaş üstü bıkkın karakterleri (işte içimizden biri) canlandırmakta oldukça başarılıdır. Kiloludur, yakışıklı değildir; ama sevimlidir. Belki de bu etkenlerle de birlikte empati kurmakta zorlanmadığımız bir oyuncu Giamatti ve elbette harika bi oyuncu.. En iyi rollerinden birini sergilemiş Win Win'de. Ve söylemek gerekirse de işte bu O'nun rolü... Film de insanı sıkmayan bir durağanlıkta ilerliyor aslında, Paul Giamatti tadında. Ama sadece o değil filmi iyi film yapan.. Genç oyuncu Alex Shaffer diğer bazı genç oyunculardan isabetli şekilde ayrılıyor... Yaşını oynuyor, ve bunun farkında olarak, abartmadan, bazı yaşıtlarının aksine otuz yaşındaki bir insanmış gibi mimiklere büründürmüyor kendini ve oldukça inanılır kılıyor rolünü... Amy Ryan, Bobby Cannavale, Jeffrey Tambor, Melanie Lynskey ve Burt Young filmin diğer oyuncuları.. Gerçekten iyi bir cast olmuş kısacası...

Filmin konusu ise şöyle ; Mike Flaherty geçinmekte sıkıntı çeken bir avukattır.. Leo Popler adında bunama sorunu olan bir yaşlının bakımını gönüllü olarak üstlenerek kendi hesabına biraz para aktarmayı düşünür.. Yaşlı adamın torunu Kyle annesinin yanından kaçarak dedesiyle yaşama planı yapmaktadır ancak Kyl'e bakma görevi Mike'a kalacaktır.


Kurgusu ve senaryosu başarılı bir film.. Tavsiye ederim !

31 Temmuz 2011 Pazar

Memories Of Murder - Cinayet Günlüğü



Uzun zamandır adam gibi bi polisiye filmi arıyordum açıkçası, geç de olsa izleme fırsatı bulduğun için bu filmi mutluyum. Cinayet, polisiye romanı tadında çok fazla örnek yok lakin günümüz sinemasında; olsa bile iyi örnekler yok diyelim. Uzak doğu sineması bu konuda daha bi öncü gelmiştir bana hep. Bu tarz kültleri çekinmeden sergileyebilecek bir olgunluğa sahip olduklarını düşünüyorum, tabuları yıkabiliyorlar zor işlenen konularda.. Filmin yağmurlu ve karanlık atmosferi, durgun ve hoş manzaralı sekansları da içine çekti beni.. Filmin de bi başka inandırıcılığı var izleyiciyi içine alan.. Bu ya Korelilerin dillerinden ya da abartılı ama doğal olmalarına aşina hallerinden geliyor. Kore’nin seri cinayetler işleyen ilk katilinin peşine düşen dedektifleri izleyen bu karanlık polisiye, aslında cinayetin kendisinden çok “hatırda kalanlar”la ilgileniyor. Bong Joon-ho’nun ikinci uzun metrajlı filmi olan Cinayet Günlüğü, bir katilin izini sürme vesilesiyle bir kasabanın yavaş yavaş çürüyüşünün ayrıntılı bir portresini gözler önüne seriyor ve odak noktasına katil yerine soruşturmayı yürüten polis memurları oturtuyor.

Son dönem Kore sinemasının büyük yapımlarından... Imdb'den 8.1 almış bir film ayrıca ve aldığı ödüller de şöyle : 2003 Güney Kore Büyük Çan Ödülleri: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek (S. Kang-ho), 2003 San Sebastian En İyi Yeni Yönetmen, FIPRESCI Ödülü, Gümüş İstiridye, 2003 Tokyo En İyi Asya Filmi, 2004 Fransa Cognac Polisiye Filmler Festivali: İzleyici Ödülü, Büyük Ödül, Özel Ödül, Polis Ödülü..
  

Trailer Addict- Movie Trailers