19 Aralık 2013 Perşembe

Yılın "En İyi Teklif"lerinden birisi: "La migliore offerta"

O'nu izlemek her zaman keyif verici. Öyle ki şimdiye kadar onlarca unutulmaz karakter yarattı Geoffrey Rush. Bana göre yılın en başarılı filmlerinden birisi olan "La migliore offerta"da da karakterini son derece gerçekçi oynuyor. Bunda elbette sahne kariyerinin etkisi de hemen her filminde görebildiğimiz gibi büyük yer ediyor.



Aktörün filmde canlandırdığı Virgil Oldman karakteri, bir sanat eksperi. Aynı zamanda açık arttırmaları yönetiyor. Hayatı tamamen sanatın ve değerli antikaların etrafında dönen, günümüz Victoria dönemi huysuz beyefendisinin keyif aldığı tek şey de sahip olduğu kadın yüzleri. Tarihin ünlü kadın portrelerinden oluşan koleksiyonunu izlerken aldığı keyfi hissedebiliyorsunuz. Derken bir teklif alıyor; büyük malikanesinde duvarların ardında yaşayan Claire adında esrarengiz bir kadın, malikanedeki değerli eşyalara fiyat biçmesi için ısrarla Virgil'den yardım istiyor. Bu ikili arasında yaşanan gizemli ilişki de filmin sonuna kadar izleyiciyi çekiyor.

Şimdiye kadar "Cinema Paradiso", "Everybody's Fine" (Herkesin Keyfi Yerinde) ve "The Legend of 1900" gibi harika işler çıkarmış olan Giuseppe Tornatore, öncelikle yine iyi bir hikaye yazmış. Zaten sanatla harmanlanmış senaryosunda sanata büyük bir saygıyla yaklaşan titiz yönetmenliği, filmin en çekici öğesi. Tıpkı filmin ana karakteri Virgil'in bir tabloya ya da sanat eserine dokunurken hemen temiz eldivenlerini giymesi gibi, sanat ve görüntü yönetmenliğinin de aynı özenle ve titizlikle icra edildiğini söylemeliyim. Bir sanat eserindeki güzelliği görür görmez anlayabilecek olgunlukta, ince bir zevke sahip olan Virgil Oldman'ın gerçek bir kadının güzelliğine vurulmasından sonra yaşadığı değişim ise Geoffrey Rush'ın usta oyunculuğunda filmin en çekici noktasını oluşturuyor.

Hollandalı aktris Sylvia Hoeks, Claire rolünü canlandırıyor ve gizemli karakterinin bu özelliğini hissettirebiliyor. Jim Sturgess ise Geoffrey Rush'ın karakterinin tam zıttı genç bir mekanik ustasını oynuyor ve ikili arasında başarılı bir kimya kurulmuş. Donald Sutherland'i de yan karakterlerden birisi. Filmin müzikleri sahnelere güç katıyor ki dediğim gibi görüntü yönetmenliği bir hayli iyi. Kuşkusuz yılın en iyi filmlerinden birisi olan "La migliore offerta"yı kaçırmayın derim.

Bu da filmin fragmanı:

1 Aralık 2013 Pazar

"Hızlı Ve Öfkeli"nin Yıldızı Paul Walker Araba Kazasında Öldü

Henüz 40 yaşında olan Paul Walker, arabasının kontrolden çıkması sonucu kaza yaparak öldü. Aktörün en çok "Hızlı Ve Öfkeli" filmiyle tanınması ise kötü bir ironi gibi. Çocuk yaşlarda oyunculuğa başlayan Walker, yaşasaydı serinin 7. filminde rol alacaktı. Sanırım aklımızda en çok O'nun sevimli gülüşü kalacak. Huzur içinde yat Paul Walker...

                                                           1973-2013


21 Kasım 2013 Perşembe

Rüyaların Kızı : Ruby Sparks



Rüyalarınızın kızı ya da erkeği... Bir gün karşınıza çıksa. Öyle benzeri de değil, tam olarak rüyanızdaki kişi. Filmin ana karakteri Calvin Weir (Paul Dano) günün birinde uyanıyor ve evinde rüyalarının kızı ve filme ismini veren Ruby Sparks'la (Zoe Kazan) karşılaşıyor. Calvin bir yazar. Edebiyat çevresinde oldukça başarılı olmuş ancak başarıyı getiren ilk romanından sonra kayda değer bir şey yazmamış. Ve günün birinde rüyasında o aradığı ilham karşısına çıkıyor. Ruby Sparks adındaki bu genç kız kendisini o kadar etkiliyor ki uyanır uyanmaz yeni romanının konusu da belli oluyor. Rüyalarında yaşadığı bu kızla olan ilişkisini yazmaya başlıyor. Yemiyor, içmiyor, uyumuyor; sayfalarca yazıyor. Daktilosunun başında uyukladığı bir gecenin sabahında da esas kızla karşılaşıyor.

Film genel olarak genç bir yazarın yazdığı karaktere aşık olması ve sonrasında bunun ne kadar doğru ya da yanlış olduğu ikilemini sorguluyor. Bunu sadece tek taraflı yapmayarak, izleyiciye de film boyunca bunu sorgulatarak, etkileyiciliğini ve değerini arttırıyor yapım. Her ne kadar erkek bir karakterin yarattığı/yazdığı kadına olan aşkını, hislerini, devinimlerini izlesek de temel olarak cinsiyet farkına ya da kadın-erkek savaşlarına odaklanılmıyor. Filmin asıl irdelediği, bir ilişkiye başlandıktan sonra karşı tarafı kontrol etme isteğinin ne denli mantıklı olduğu. Konu aşk olunca mantığın da devreden kolayca çıktığını, en sevdiğimiz insana bile sahip olma isteğinin ne kadar yorucu olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. En nihayetinde değiştirmek ya da kontrol etmek istediğiniz kişi, başta aşık olduğunuz insan olmaya devam edebilecek mi sorusuyla baş başa kalıyoruz. Cevabı hayır olan bu basit gerçeği de önce mizahla sonra dramla o kadar tadında yoğuruyor ki film. Sonuç olarak ancak bir sihir sayesinde olabilecek bu duruma absürdlüğü bulaştırmadan, hikayeyi son derece akıcı bir şekilde izletmeyi başarıyor; hatta bir sahnede Calvin'in son derece gerçekçi sinir atağı, O'nun ne kadar "aramızdan" bir deli! olduğunu gösteriyor. 

Filmin konusuna bakarak senaristin erkek olduğunu düşünmeniz, benim gibi sizi ters tarafa yatıracaktır. Zira filmin senaryosu, filmde Ruby Sparks'ı canlandıran Zoe Kazan'a ait. Henüz 30 yaşında olan aktrisin yazdığı bu ilk senaryonun başarısı, umarız ki yazarlığının devamını getirir. Daha önce oyunculuğuyla da ödül alan Kazan, bu filmde de yazdığı karaktere o kadar hakim ki. Karşısında da değişik karakterlere girmekte zorlanmayan Paul Dano var ve aktör de en başarılı rollerinden birisini sergiliyor. Calvin'in abisi Harry rolündeki Chris Messina ise göründüğü her sahnede güldürüyor. Göründükleri sahneleri ziyadesiyle dolduran Annette Bening ve Antonio Banderas'ı da unutmamak gerekli. Filmin yönetmen koltuğunda ise daha önce "Küçük Gün Işığım"la (Little Miss Sunshine) haklı övgüler almış olan çift Jonathan Dayton ve Valerie Faris var. Hem sıcak hem de akıcı bir senaryoya sahip olan Ruby Sparks, oyunculuklarıyla da son derece başarılı bir yapım.    

Bu da filmin fragmanı:

 

23 Mayıs 2013 Perşembe

Joseph Gordon-Levitt'in Yazdığı, Yönettiği ve Başrolde Olduğu "Don Jon"


Son yılların en başarılı isimlerinden birisi kuşkusuz Joseph Gordon-Levitt. Bunda iyi roller seçmesinin yanında, sergilediği performansların da etkisi büyük. Ve artık O da kamera arkasına geçiyor ve yeni filmi "Don Jon"u görücüye çıkartıyor. Daha önce dört kısa film yönetmiş Levitt'in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi olan "Don Jon"un senaryosu da genç aktörün kendisine ait.

Her hafta başka bir kadınla birlikte olan Jon Mortello'ya arkadaşları "Don Juan"dan esinlenerek Don Jon lakabını takmışlar. Don Jon'un önem verdiği şeyler, "klasik bir erkeğin" sahip olmak istediği ve değer verdiği şeylerle aynı aslında. Gerçekten önem verdiği birkaç şey arasında vücudu, arabası, ailesi, inancı, erkek arkadaşları, kadınlar ve porno var. Pek çok kadının erkekleri tanımlarken "basitlik" mertebesine oturtabilmek için öne sürdükleri olgular, Don Jon'un değerlerini ve uğraşlarını oluşturuyor kısaca. Derken karşısına gerçekten hoşlanacağı bir kadın çıkıyor ve işler bu noktada değişiyor. Barbara, (Scarlett Johansson) eski romantik filmlere bayılan bir kadın. Filmlerde gördüğü eski moda aşk ve sevgi de O'nun en değer verdiği şeyler. Bir nevi klişe erkek modeli olan Don Jon'un zıttı, klişe kadın modeli olarak karşımıza çıkıyor ve bu ikili ilişkileri adına, medya ve pop kültürünün kendilerine sunduklarıyla gerçekler arasında bir yol bulmak için uğraş veriyorlar.

Filmin konusuna bakacak olursak, modern toplum ve popüler kültür taşlamalara sahip bir film olacağa benziyor. Levitt'in dediğine göre bu bir porno ya da seks bağımlılığı filmi değil. Medyanın ve popüler kültürün yarattığı gerçek dışı beklentilerin, kadın ve erkek arasında yarattığı çekişmeye odaklanan bir komedi. Yani "yerinde bir tespit" filmi. Aktörün her filmde giderek yükselen performansına bakacak olursak yazdığı, yönettiği ve oynadığı bu film belki de bu Gordon-Levitt'in şimdiye kadar izlediğimiz en iyi işi olacak. Filmin diğer oyuncuları usta aktris Julianne Moore ve "Patron Kim" dizisinden hatırladığımız Tony Danza. Film 18 Ekim'de gösterime girecek.

 Bu da filmin fragmanı:

 

17 Nisan 2013 Çarşamba

"300: Rise of an Empire"dan İlk Afiş



Ne de çok sevmiştik karizması tavan yapmış Kral Leonidas ve testosteron patlaması yaşayan 300 adamının epik direnişini. İlk filmden 7 yıl sonra Spartalı savaşçılarla, uzun mu uzun Xerxes ve ordunusun arasındaki mücadele devam edecek. Ağustos ayında gösterime girecek olan filmin konusu ise ilk filmle aynı zamanlarda geçiyor ve bu kez altı savaş alanı ve elbette yeni taktikler göreceğiz. Ayrıca deniz savaşları da filmin önemli bir bölümünü kapsayacak. Yunanlı askerlerin başında ise bu kez Themistocles adlı bir komutan var. Leonidas'ın eşi rolündeki Kraliçe Gorgo, Leonidas'a ihanet eden Ephialtes ve Arkadyalı Daxos gibi ilk filmin karakterlerini bu filmde de izleyeceğiz. Yeni filmin en merak edilen karakteri ise Eva Green'in canlandırdığı ve bir Pers savaşçısı olan Artemisia.


Bu da filmin afişi: 



24 Şubat 2013 Pazar

Sinebilge'nin Oscar Tahminleri

Bu yıl sıkıcı olabileceği kadar tahminlerin tutmaması dahilinde iyi bir tören izleyebiliriz. Tahminlerin tutmaması dememin sebebi, ödülleri Argo'nun toplamaması ihtimali. Argo, Oscar öncesi hemen her törende diğer filmlere fark attı çünkü. Elbette bu ödül veren kuruluşların da Amerikalı olduğunu hatırlatmakta fayda var. Lakin ciddi anlamda Oscar'a aday olan ve favori gösterilen Argo, Lincoln ve Zero Dark Thirty, bırakın En İyi Film adaylığını, o kadar "normal" seyirde filmler ki. Bu yılki tören bu açıdan da farklı bir önem teşkil ediyor. Akademi daha önce birçok kez milliyetçi politikalar izlemiş, son birkaç yılda ise yurtdışından ya da bağımsız filmlere de şans tanıyarak durumu bir nebze eşitlemeye çalışmıştı. Bu akşam ise küresel anlamda bir sınav verecek Akademi. Eğer Argo ödülleri toplarsa, dünyanın geri kalanında Oscar prestij kaybedecek. Elbette bu prestij kaybı, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse vız gelir tırıs gider Hollywood'a ve kalıplaşmış Amerikan bakış açısına. Seneye yine milyonlarca insan, ekranlarının başına oturup töreni izlemeye devam edecek hiç şüphesiz. Sinema adına en büyük törenin hala entelektüel bakış açısına sahip olamaması durumu sinemaseverin canını asıl sıkan. Hani aday olan diğer filmlere baktığımızda, Amour dışında yine Amerikan menşeli filmlerin ödül töreninde hakkı olanı almasını istiyoruz. Biraz önce dediğim gibi entelektüel anlamda ödüllendirilmesi ve desteklenmesi gereken işler, yazının başında yazdığım üç milliyetçi ve politik filmin dışındaki yapımlar olan Amour, Silver Linings Playbook, Beasts of the Southern Wild, Life of Pi ve hatta Django Unchained. Ancak çok büyük ihtimalle -umarım yanılırım- aday oldukları dallarda başarılı olamayacaklar; Silver Linings Playbook dışında. Daha fazla uzatmadan ödüller kimlere gidecek; tahminlerimizi ve sebeplerini yazalım.

Film: 

Kazanacak: Argo

Kazanmalı: Silver Linings Playbook

Kazanabilir: Lincoln

Oscar tarihinde En İyi Film ödülünü alıp En İyi Yönetmen ödülünü almayan çok az film var. Üstelik Ben Affleck En İyi Yönetmen ödülüne aday bile değil. Yine de Argo bu sebepten de nemalanarak En İyi Film'i alacak gibi görünüyor. Elbette siyasi olacak bu kararın karşısında ise David O. Russell'ın gerçekten iyi olan filmi "Silver Linings Playbook"un sürpriz yapmasını umuyoruz. Bir diğer denklem ise "Lincoln" ve Akademi tarafından çok sevilen Spielberg'ün iki ana ödülü alabilecek olması. Ancak bu epey kötü bir tat bırakacaktır Amerika dışında.

Yönetmen:

Kazanacak: Michael Haneke - Amour

Kazanmalı: Michael Haneke

Kazanabilir: Steven Spielberg - Lincoln

En İyi Film ödülünü "Argo"nun alacağı bir törende Yönetmen ödülünü ise Spielberg kazanabilir muhtemel şekilde. "Lincoln" gerçekten iyi yönetilmiş bir film olmasına karşılık o kadar Oscar için yapılmış bir film ki bu durum belki de antipati yaratabilir. Ödülün hakkı ve asıl tahminimiz ise Akademi'nin de artık Haneke gibi bir ismi yine oldukça başarılı şekilde yönettiği işiyle ödüllendirmesi gerektiği yönünde.

Kadın Oyuncu: 

Kazanacak: Jennifer Lawrence - Silver Linings Playbook

Kazanmalı: Jennifer Lawrence

Kazanabilir: Emmanuelle Riva

Bu dalda çok rekabet yaşanacağını düşünmüyorum. Lawrence gibi genç bir oyuncu kısa zamanda hem oyunculuk anlamında rüştünü ispatladı hem de bütün dünyada çok sevilen bir oyuncu olmayı başardı. Filmdeki performansı ise inandırıcı olmasının yanı sıra kendi kalitesini de gösterdiği bir rol oldu. Emmanuelle Riva da üstün bir oyunculuk sergiledi "Amour"da. Küçük de olsa bir ihtimal ödülü kazanabilir.

Erkek Oyuncu: 

Kazanacak: Daniel Day-Lewis - Lincoln

Kazanmalı: Daniel Day-Lewis - Lincoln

Kazanabilir: Daniel Day-Lewis - Lincoln

Bu dalda şüpheye mahal yok hiç şüphesiz. Hemen bütün dünyada pek çok forum ve kanalda herkesin ortak favorisi bu büyük oyuncu. Filmin tanıtım süreci için yapılan röportajları izlediğimde, aktör hala hiç görmediği ve duymadığı Lincoln gibi konuşuyor ve davranıyordu; aynı şefkatli ve kararlı ses tonuyla. Joaquin Phoenix içinse aktörle aynı yıl aday olması büyük şanssızlık. Zira O da döktürüyor "The Master"da. Bir bakıma da bu daldaki oyuncuların beşi birden ödül alsa kimse sesini çıkarmazdı sanıyorum.

Yardımcı Kadın Oyuncu: 

Kazanacak: Anne Hathaway - Les Misérables

Kazanmalı: Anne Hathaway - Les Misérables

Kazanabilir: Sally Field - Lincoln

O çok sevilen komşu kızı aldı başını yürüdü; zamanında örnek aldığı birçok kadın oyuncuyu bir bir geride bıraktı yeteneğiyle. Güzel olan sesini ve drama yeteneğini de gösterebildiği bu rolü ezelden beri istiyordu ve sonunda muradına erdi. Akademi de hakkını verecektir oyuncunun. O'nun dışındaki aday olan diğer oyuncuların rolleri de sergilediği rolün yanına yaklaşamayacağı cinsten üstelik.

Yardımcı Erkek Oyuncu: 

Kazanacak: Robert De Niro - Silver Linings Playbook

Kazanmalı: Robert De Niro - Silver Linings Playbook

Kazanabilir: Tommy Lee Jones - Lincoln

Her ne kadar özellikle Amerikalı pek çok film eleştirmeni bu dalda "Argo"daki Alan Arkin'e şans verseler de hiç sanmıyorum ki Arkin ödülü kucaklasın. Ya da filmleri hangi gözle izliyorlar bilemiyorum ama De Niro, uzun yıllardan beri o içindeki gerçek yeteneği "Silver Linings Playbook"da konuşturuyor. Hatta ben bu ödülde de rakipsiz olduğunu düşünüyordum dediğim gibi birkaç Hollywood'lu arkadaşın yazılarını görene kadar. Tommy Lee Jones'un iki sahnedeki klasik çıkışlarına ve yeteneğine alışığız ama kendi oğlu otistik olan De Niro'nun sorunlu bir adamın babası olarak, ağır bir rolü bu kadar iyi ve duygu yükleyerek oynamasının ödülsüz kalmamasını umuyoruz.

Özgün Senaryo: 

Kazanacak: Amour- Michael Haneke

Kazanmalı: Moonrise Kingdom - Wes Anderson&Roman Coppola

Kazanabilir: Django Unchained - Quentin Tarantino

Özgün Senaryoda yine Haneke ön plana çıkıyor her ne kadar "Moonrise Kingdom"ın hakkı yenecek olsa da. Hollywood böyle filmleri sevemedi, sevemiyor. Diğer yandan Tarantino bir ihtimal alabilir ancak O'nun senaryosu da pek özgün değil açıkçası. Hatırlatmak gerekirse "Inglorious Bastards" kızılderililer ve beyazlar arasında geçecekti ancak daha sonra 2. Dünya Savaşı'na uyarlandı. Tarantino da western tarzı intikam hikayesini siyahlarla beyazlar olarak önümüze sundu.

Uyarlama Senaryo: 

Kazanacak: Argo - Chris Terrio

Kazanmalı: Silver Linings Playbook - David O. Russell

Kazanabilir: Silver Linings Playbook - David O. Russell

Hakkının yeneceğini düşündüğüm bir diğer dal da uyarlama senaryo ve Russell'ın oldukça başarılı uyarlaması. Yine de "vay efendim öcü İran'dan kaçışın hikayesi çok iyi yazılmış" diyecek çok kişi var Akademi'de. Bu açıdan yine sanmıyorum Silver Linings Playbook bu daldan da ödül kazansın.

Animasyon: 

Kazanacak: Brave

Kazanmalı: Paranorman

Kazanabilir: Frankenweenie

Brave şaşalı görüntülerinin ötesinde çok klişe bir öyküyle karşımıza çıkıyor ama çok büyük ihtimalle ödülü alacak. Bunun dışında yılın asıl sürprizi stop-motion bir animasyon olan ve esprileriyle gönlümüzü çokça kazanana "Paranorman"dı. "Hem büyüklere hem küçüklere" sıralaması belki de kalbimizi kazanan noktası.

Yabancı Film:

Kazanacak: Amour

Kazanmalı: Amour

Kazanabilir: Kon-Tiki

Aslında kazanabilir kısmında kendimize torpil yaptık. Amour ödülü kazanacak elbette ama "Kon-Tiki" yılın en iyi filmlerinden birisiydi. Macera dolu hikayesi bir yana görsel öğeleri de kimi sahnelerde çok keyif veriyordu izleyiciye.

Müzik:

Kazanacak: Life of Pi

Kazanmalı: Life of Pi

Kazanabilir: Skyfall

"Life of Pi" tam bir şölendi; her anlamda. CGI teknolojisiyle kimi yerlerde insanın başını döndürmesi bir yana, zengin müziğiyle de görselliğini her karede destekledi.




8 Şubat 2013 Cuma

Yersen: "Zero Dark Thirty"


Filmin afişinde her ne kadar "tarihteki en büyük insan avı" yazsa da filmde anlatılan olayın gerçeklik payı eğri oturup doğru konuşmak gerekirse hayli düşük. Hollywood'un ne kadar güçlü bir manipülasyon aracı olduğunu unutmadan yazmak lazım bu bağlamda. Usame Bin Ladin'in canlanma ihtimali varmışçasına bir uçak gemisinden okyanusa atılması "Transformers"taki Megatron'un aynı şekilde okyanusu boylamasını komik şekilde hatırlatıyor. Böyle bir şey olmuşsa da şayet Michael Bay filminin içinde yaşayacak kadar düşmenin dayanılmaz hafifliği manipüle edilmek istenen kitlenin beyin ağırlığıyla eşit olsa gerek.

Bu hafta gösterime giren ve Oscar'a aday olan Amerikan kimlikli filmlerin ikincisi "Zero Dark Thirty" Usame Bin Ladin'in yakalanması için çalışılan beş yıllık süreci kapsayan bir yapım. Maya adında genç bir CIA Ajanı'nın ilk işi de Bin Ladin'le ilgili bilgi toplamak oluyor. Bu süre içerisinde genç kadın ajan erkeklerin ve istihbaratın sert dünyasıyla tanışıyor. Ayrıca üçüncü dünya ülkesi coğrafyası, son olarak Argo'da kullanıldığı gibi filmin korku temasının göbeğine oturtuluyor. Pakistan topraklarında Bin Ladin'e ulaşmak için oluşturulan ekip büyük balığa ulaştıracak olan küçük balıkları bir bir avlıyorlar ve filmin finaline de Bin Ladin'in öldürülme operasyonu konuluyor.

Kathryn Bigelow'un yine Amerikan ordusunun sırtını sıvazladığı son filmi "Hurt Locker"dan sonra böyle bir filmi yönetmesi şaşırtıcı değil. Yıllarca eski kocası James Cameron'ın gölgesinde kaldıktan sonra Cameron'ın aksini savunduğu milliyetçilik gibi kavramlara bu son iki filmiyle sıkı sıkı sarılması da oldukça düşündürücü. Erkeklerin dünyasında bir kadının bütün adamları kontrol ederek, edemediklerini de alt ederek zorlu bir yola girmesinin hikayesi, başta cinsiyet olmak üzere mide ağrıtan ayrımcı klişelerle birleşiyor, yavaş yavaş da negatif ayrımcılığa doğru uzanıyor. Bigelow'un son olarak çıktığı talk show programında başrolün canlandırdığı ajanla görüşüp görüşmediğine dair soruya "gizlilik nedeniyle cevap veremem" söylemi ise perde dışında yaratılmaya çalışılan o filmin koptuğu an oluyor. Bu gibi sebeplerden o kadar göstere göstere yapılan bir kendini tatmin etme seansı ki "Zero Dark Thirty", filmi izledikten sonra sadece "zero" olarak hatırlanıyor.


İçeriği dışında film teknik açıdan iyi bir yapım. Başroldeki Jessica Chastain tabiri caizse kariyeri uçuşa geçmiş bir isim. Filmde de iyi bir iş çıkartıyor. Geriye kalan erkek kadro da kötü değil. Elinde olanla Oscar'a aday olacak bir yapım mı peki? Buram buram Amerika kokması sayesinde evet. Dünya genelinde ise herhangi bir festivale giremeyecek düzeyde bir yapımın sadece belli bir halkın inanacağı etiketlerle şişirilmesi artık senaryo üretemeyen Hollywood için acınası bir durum.


Bir Daniel Day-Lewis Piyesi: "Lincoln"


Başlığı bu şekilde atmamın nedeni Amerikalıların tarih derslerinde belki de en çok işledikleri ve üzerinde durdukları dönemin, iç savaş sürecinden köleliğin kaldırılmasına ve Başkan Lincoln'ün öldürülmesine kadar uzanan süreci, klasik tarih kitabı edasıyla işlemesi. Sırtına da sonuna kadar öğretici olma misyonunu eklemiş, genç kuşağa Lincoln'ün ne kadar büyük adam olduğunu ve önemli işler yaptığını, Başkan'ın klasikleşmiş ve Amerikalılar için öğreti niteliğinde cümleleriyle anlatmayı çabalayan bir film. Bu çabasının da boşa çıktığını düşünmüyorum kendi ülkesinde. Peki dünyanın diğer yerlerinden nasıl görünüyor "Lincoln"?

Başka bir coğrafyada yaşayan bir insan olarak "evet büyük adammış" demekten ziyade, filmle ilgili edilecek çok fazla cümle olduğunu ve filmin de başka bir malzemeye sahip olduğunu düşünmüyorum. Amerikalılar içinse Spielberg'ün milliyetçi tarafının bol bol kabarmasıyla gururlanarak icra ettiği bir iş elbette. Her ne kadar film şu son günlerde ülkesinde tarihçiler tarafından çokça tartışılsa ve tarihi yanlışlıklar yapıldığı söylense de Başkan'ın zor zamanlarda ettiği sözler bildiğimiz gerçeklerin izinden gidiyor ve pek tabii Daniel Day-Lewis'in başkana büründürdüğü kimlik çok sağlam malzemeden oluştuğu için filmi başından sonuna sıkılmadan izlettiriyor.


Filmde asıl dikkat çekilen etmen, siyasetin her daim nasıl işlediğini ve nasıl işletilmesi gerektiğini göstermesi. Bu konuda gördüğümüz ve tanıdığımız kadarıyla uzman olan Lincoln'ün zaman zaman sinsice hareket etmesine rağmen naif tavrını hiç bozmadan; saygınlığını, halkın kendisine olan sevgisini ve kontrolü hiç kaybetmeden de bu işin yapılabileceğini de göstermesi de dikkat çekilmek istenen noktalardan bir diğeri. Kendi siyaset sahnesinde en önde olan adamın verdiği kararlar yüzlerce insanın ölmesine sebep olabiliyor. Bu acıların altında ezilmenin insanı ister istemez olgunlaştırdığını, karakterin gözünden görebilmemiz yine başrol oyuncusunun performansından kaynaklanıyor. Tarihte anlatılanlara bakacak olursak da kibar tutumuyla tanınan bu adamın, filmde yavaş yavaş gözümüzde bir aziz kıvamına gelmesi ve üstüne bir de bilgece söylemleri herkesin sempatisini fazlasıyla kazanacak bir figüre dönüşmesine yol açıyor. Spielberg de karakterin insani yanını gözümüze sokmak için hemen her sahnede uğraşıyor. Diğer yandan köleliğin kaldırılmasına karşı olan Demokratların kaka taraf olarak ikide bir gösterilmesi ve "Cumhuriyetçi ruhun!?" halkların eşitliği için canla başla çalışmasının vurgulanması da dimağımızda kötü tat bırakıyor. Hele ki Obama'nın başkan olduğundan beri bu noktaya kolay gelmedik söylemleri ve siyahilere özgürlüklerinin verilmesinin son zamanlarda birçok filmle gösterilmesi, Amerika'nın bu durumu hala sindirmeye çalıştığını gösteriyor. Utançlarını övüntüye dönüştürme sevdalarının dışavurumunu görmüş oluyoruz bir nevi ve bir kez daha yazık ki. Sonuç olarak Lincoln hayatını siyasetle karıştırmak zorunda kalırken, Spielberg de Amerikan kültürünü tanıtma görevi verilen şahsiyetlerden birisi olarak, bir kez daha sanatını siyasetle karıştırıyor.

Daniel Day-Lewis büyük oyuncu. Bu noktaya gelirken bunu çok kere gösteren bir sanatçı. Karakterini yaşadığını gözünden görebildiğiniz az sayıda oyuncudan birisi olan Lewis, bu filmde de o eski dönem adamını konuşma stilinden yürüyüşüne kadar dört dörtlük canlandırıyor. Aslında filmi izlenir kılan tek etken O ve bu kadar bölgesel bir filmin başka bir ülkede izlenmesinin de tek geçerli sebebi olmasıyla övgüyü hak ediyor. O sert bakışlı Tommy Lee Jones yine aynı sert bakışlarıyla perdeye yakışıyor, hakkını vermek gerekli. İnsanlık için küçük ama Amerikalılar için büyük kısa bir dönemi anlatan film, sadece iyi oyunculuk görmek için izlenilebilir. Zira o taraflarda En İyi Film dalında aday olması anlaşılır olsa da küresel anlamda Eh İşte Film ödülü alabilir ancak.

7 Şubat 2013 Perşembe

"Umut Işığım": Dengeli Aşk Var Mı Ki?


Aşkın delilikle ne kadar paralel bir duygu olarak geliştiğini ve yaşandığını bilmiyor değiliz. Bu delilik hali kimi zaman toplumun kabul ettiği delilik normlarına uyar -öyle görünmesi için çaba sarfetmeniz gerekebilir-, kimi zaman da o normların dışında kalır ve sevgili ikiyüzlü toplum sizi dışarıda bırakır. Örneğin bir insanla aşk yaşayıp, sonrasında işler kötüye gittiğinde ayrılma sürecini kaldıramayabilirsiniz; o insanın peşinden deliler gibi koşturabilirsiniz... Bu olurken de genel itibariyle "sapık" olarak adlandırılmanız bile olasılıklar dahilinde yüksektir. Elbette bu noktada büyük ihtimalle bırakılan taraftasınızdır ve her şeyi bir anda unutmanız gerekir. Modern tıbbın getirdiği denkleme göre bu duygunun hezeyanı bağımlılık skalasında eroin gibi bir maddeyle denk düzeydedir ve sizden bunu bir an önce bırakmanız istenir. Üstelik bu noktada birçok maddeyi bırakmak için tanınan rehabilitasyon süresi de tanınmaz. Toplum bağımlılıkları sınıflandırmada biraz engelli ve sistemli şekilde kör bırakıldığı için de ikiyüzlü sıfatını sonuna kadar hak eder.

Ana karakterlerimizden birisi olan Pat de tıpkı yukarıda yazdığım gibi kara sevdaya düşmüş durumda. Karısını başka bir adamla yakalamış ama unutmak bir yana dursun, artık göremediği ve yanına yaklaşmama cezası aldığı eşine epey takıntılı bir şekilde bağlı hala. Tekrar beraber olacaklarına dair de büyük bir inancı var. Belli bir yaştaysanız ya kendiniz ya da çevrenizde bu duruma düşmüş bir insan gördüğünüzden mütevellit hemen acıyorsunuz bu yüzden Pat'a. Uygulaması en zor şeylerden biri olmasına rağmen, bu durumdaki birine "boş ver" demekten daha iyi bir öğüt veremezsiniz sanıyorum ki boş verilmeyeceğini bile bile. En iyi çözüm zaman derler ama pek katılmam böyle bir durumda. En iyi çözümü yeni bir insana ve daha da önemlisi kendinize bir şans daha tanımak olacaktır. Şimdiye kadar izlediğiniz özellikle romantik komedili filmlerin sonunda yeni bir insana şans tanınır ve hatta çoğunda sonradan pişman olup dönmek isteyen, zamanında aşık olunan o kişiye okkalı bir cevap yapıştırılır. Senaryoların pek çoğunun deneyimlerle şekillendiğini hatırlatmakta fayda var. Sonuç olarak Pat'in de karşısına o şansı iki taraf için de daha iyi değerlendirecek olan Tiffany çıkıyor. O da kocasının ölümüyle psikolojik olarak zor zamanlar geçirmiş ve ayağa kalkmak için desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu iki yara almış insan bir şekilde birbirlerinin hayatlarına dokunuyorlar, beraber "yükselmek" istiyorlar.


Romantik komedi olarak tanıtılsa da film bir romantik komedi değil genel hatlarıyla. Dramı hayli etkileyici, mizahı sürükleyici ve romantizmi de tadında; o "hayatın içinden" dediğimiz filmlerden birisi bu özellikleriyle. Sözüm ona normal toplumun yaşadığı bir mahallede akıllarını biraz kaçırmış olan iki deli fişeğin birbirlerine tutunmalarının hikayesi. Klasik bir tanım gibi geldiyse öyle olmadığını belirtmeliyim. İyi yazılmış olan Matthew Quick'in romanında yine oldukça iyi uyarlanmış bir yapım. Oyunculuk dalında da yılın belki de en iyi kadrosu ve en iyi oyunculuklarını izliyoruz. Bradley Cooper'ın şaşırtan performansı bir yana Jennifer Lawrence en büyük aktrislerin arasında yer alacağının altını çiziyor bu oyunculuğuyla. Robert De Niro ve Jacki Weaver ebeveyn olmanın nasıl bir şey olduğunu o kadar iyi resmediyorlar ki, çok sahnede gözümüzü dolduruyorlar. Bu dört oyuncu da Oscar'a aday oldular ve şanslarının yüksek olduğunu düşünüyorum. Film de En İyi Film dahil olmak üzere 8 dalda aday ve yılın sürpriz yapacak filmlerinin başında geliyor. Hala izlemediyseniz yılın kaçırılmaması gereken filmlerinden.   

Trailer Addict- Movie Trailers